Eğitimde Kim Söz Sahibi? Ülkemizde eğitim alanında size sunabileceğim yığınla sorundan söz edebilirim. Ama bu yazıda sorunların biraz daha arka planına inmeyi amaçladım; öğretmenler ve bu öğretmenleri yetiştirmeyi amaç edinmiş eğitim fakültesi akademisyenleri bağlamında.
İlk sorularımız geliyor: Neden bu iki grup birbirinden pek haz etmez? Neden bu iki grup bir diğerinin eğitimde söz sahibi olmasını hazmedemez?

Günümüz koşullarında bir öğretmenin yetişmesi işini eğitim fakülteleri üstlenir. Yani bir birey eğer öğretmen olmak istiyorsa, öncelikle eğitim fakültesini başarılı bir şekilde bitirmelidir. Bitirdikten sonra farklı yollar benimseyebilir; dilerse mesleğini icra etmez, dilerse devlet ya da özel okullarda mesleğini icra eder; dilerse de üniversitelerde akademik hayata atılır. Bu yazımda işini devlet okullarında ya da özel okullarda öğretmenlik olarak seçen bir öğretmenden ve işini öğretmen yetiştiriciliği boyutuna taşıyan bir akademisyenden bahsetme gereği hissettim. Çünkü bu konudaki bakış açımı aktarabilirsem diğer yazılarımın daha anlaşılır olacağını umuyorum.

Öğretmen vs Akademisyen

Öğretmen Perspektifinden

öğretmen gözünden akademisyen
Öğretmen Gözünden Akademisyen

İşe öğretmen perspektifinden başlayalım. Öğretmenin gözünde akademisyen, işin mutfağına girmeden ahkam kesen kişidir. Onlara göre, eğitimde akademisyenlerden daha çok kendilerinin söz sahibi olması gerekir, çünkü bu işi deneyimleyerek yapmaktadırlar. Daha çok gözlemden söz edebilirim, (örn. akademisyenlerin burunları on karış havadadır) fakat konuyu eğitimde kim söz sahibi ile sınırlamak istiyorum.

Akademisyen Perspektifinden

akademisyen gözüyle öğretmen
Akademisyen Gözüyle Öğretmen

Şimdi de akademisyen perspektifinden bakalım. Akademisyenin düşüncesinin altında “öğretmen işini yeterince iyi yapsa, eğitim sistemi böyle olmaz zaten” fikri yatar. Herhangi bir aksaklığı öğretmenin bahanesi olarak kabul edebilir. Onlara göre eğitimde tabi ki de kendilerinin söz sahibi olması gerekir, çünkü en iyi bilimsel bilgi onlardadır.

Peki Eğitimde Kim Söz Sahibi ve Kim Haklı?

Şahsen ben, bu konuda söz sahibi olmak isteyen herkesin haklı olduğu en az bir konu olduğunu düşünüyorum. En başta profilini çizdiğim öğretmen haklı, çünkü akademisyenlerin bazılarının burnu gerçekten havada, hem de on karış falan değil, en az bir yüz var. Diğer taraftan akademisyen de haklı, gerçekten bazı aksaklıkların nedeni öğretmen olabiliyor; ama unuttukları şey her koşulda ve her öğretmen için bu durumun geçerli olmadığı. Bakın nasıl da en az bir konu diyerekten matematikle çözdüm yine işi:)

Şu soruyu sormakla belki de bakış açımızı biraz daha genişletebiliriz. Eğitim bilimsel olarak mı deneyimlere dayanarak mı ilerler? Bu soruya yanıtınıza göre kendinizi değerlendirin derim. Eğer yanıtınız bilimsel olarak ilerler ise yukarıda tarif ettiğim akademisyen; yanıtınız deneyimlere dayanarak ise tarif ettiğim öğretmen gibi düşünüyorsunuz demektir.

Bu arada söz konusu çıkarımların genel bir perspektif sunduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Elbette hem akademisyenler hem de öğretmenler arasında böyle düşünmeyen insanlar vardır, onlar eğitimin hem bilimler (eğitimin kendisi de bir bilimdir) yoluyla hem de deneyimlere bağlı olarak ilerlediğini düşünür. Hatta, ülkemizde eğitim sisteminde daha büyük ilerlemeler sağlamak için bu iki grubun ortak çalışmasının ne kadar önemli olduğunun bilincindedirler.

Çözüm ne?

Çözüm için olayın özüne inmek gerekiyor; birbirini anlayamamak. Ne öğretmen akademisyeni dinlemek istiyor, ki zorla dinletildiği durumlar oluyor; ne de akademisyen öğretmeni dinlemek istiyor; ki kaale bile almadığı zamanlar oluyor. Kimse birbirini anlamak istemiyor. İşin daha da vahim kısmı bu böyle devam ettiği müddetçe iki kesim arasındaki bu uçurum gittikçe büyüyor. Eee, o zaman çözüm ne olacak?

Çözüm öncelikle kişilerin kendisinde bitiyor. Ben biliyorum ki, akademisyenler arasında işini gayet iyi yapan ve dinlenmesi gereken insanlar var. Ayrıca biliyorum ki, mesleğini layıkıyla yerine getiren öğretmenler de var. Olaylara böyle baktığım müddetçe de ilk başta profilini çizdiğim akademisyenlerden birisi olmayacağıma güveniyorum. Bunun yanı sıra MEB ve YÖK ortaklığına çok ihtiyacımız var. Örneğin üniversitedeki akademisyenlerin MEB’de işin mutfağına daha çok girebildikleri bir ortam oluşturulabilir ya da MEB’deki öğretmenler seminer dönemlerinde akademisyenlerle buluşturulup çeşitli paylaşımlar gerçekleştirilebilir.

Yani…

Eğitim, profesyonel olarak onunla ilgilenen herkesin işidir. İster bir öğretmen olsun, ister o öğretmeni yetiştiren öğretmen yetiştiricileri, yani akademisyenler olsun. Yeter ki bu iki grup birbirini dinlesin, anlasın, birlikte çalışsın. Ben, olabileceğini kendim deneyimledim, biliyorum. Bana çocuk muamelesi yapan da oldu, beni dinleyen de; beni dinleyenleri kar saydım. Ama bildiğim diğer şey bu birliktelik, birkaç kişinin başarabileceği bir şey değil ve zaman alacak. Olsun, toprak işlenirken bile ne kadar zahmete girilmiyor mu? Gelin, öğretmenler ve akademisyenler olarak toprağımızı el ele işleyelim, gelecek filizlerimiz kök salsın. Öyle bir toprak olsun ki, üstüne Aşık Veysel gibi şiirler yazabilelim: 

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi, 
Yemek verdi ekmek verdi et verdi,
Kazma ile döğmeyince kıt verdi,
Benim sadık yarim kara topraktır.


Aşık Veysel’i kendi ağzından dinlemek isteyenlere; 

 


6 yorum

Ilgıt Burak · 25/01/2019 19:19 tarihinde

Tespitler gerçekten çok doğru ve güzel. Fakat günümüzde eğitimde ne akademisyenler ne de öğretmenler söz sahibi ya da etkili. Eğitimi yönlendiren siyasiler ve büyük şirket sahipleridir. Daha önce de konuşma fırsatımız olmuştu. Konunun çok daha derin analizleri için Gatto’nun Eğitim: Bir Kitle İmha Silahıdır kitabını incelemenizi öneriyorum. Kaleminize sağlık. Sevgiler 🌸

    Aydan Kaplan · 28/01/2019 08:07 tarihinde

    Sizle hemfikirim sayın hocam. Eğitimin sistem olarak değişmesi için bizden öte şeyler olduğunun da farkındayım. Lakin yazılarımı yazarken hedef kitlem açısından “nasıl bir çözüm üretebilirim” sorusuna odaklanmayı tercih ediyorum. Kendimin müdahale edebileceği alanlarda yazmayı, örneğin akademisyen ve öğretmenler bağlamında, çözüm adına yapabileceğim en makul şey olarak değerlendiriyorum. Bunun yanında sizin eğitim sisteminin analizi konusundaki fikirlerinize her zaman güvenmişimdir, mümkün olduğunca paylaşmanız hem beni hem de okuyucuları aydınlatacaktır. Belki sayenizde bu siteye bir okuma alanı açabiliriz. Eğitim sistemimizin sizin gibi değerli öğretmenlere her zaman ihtiyacı var, bizlerin de…

Enver · 18/03/2019 19:08 tarihinde

Akademisyenler sadece öğretimle uğraşır. Öğretmenler, eğitim ve öğretimle uğraşır. Öğretmenler 2-1 önde (tarafımı çok mu belli ettim).

    Aydan Kaplan · 19/03/2019 07:24 tarihinde

    🙂 Matematik Öğretmenliği alanında akademik kariyer yapan insanın aldığı isim “Matematik Eğitimcisi”dir. Normal şartlar altında (uygulamada nasıl ilerliyor, orası tartışılır) akademisyenler de eğitimden sorumludur. Ama bunun sınırları öğretmenin sorumlu oldukları kadar geniş olmayabilir. Elbette öğretmenler eğitim konusunda daha tecrübelidir, aksi bir iddiam asla olamaz. Ama akademisyenleri yalnızca öğretim boyutuna indirgemek de kendi tarafım açısından haksızlığa sebebiyet verir:) Taraf olmamızda bir sakınca yok, yeter ki birbirimize saygı gösterelim ve anlamaya çalışalım:) Başarılar diliyorum…

      Enver · 23/03/2019 09:35 tarihinde

      Elbette akademisyenleri sadece öğretime indirgemek doğru değildir. Söylemek istediğim eğitimde alt kademelere indikçe öğrenci yaşına bağlı olarak daha fazla etki edebilmeyle ilgiliydi. Üniversite öğrencisinin eğitimine katkınız ile anaokulu öğrencisinin eğitimine katkınız aynı olamaz. Fakat taraf olmamızda bir sıkıntı var bence.öğretmenler ve akademisyenler aynı tarafta olmalı. Eğitim verme işini yüklenenler neden aynı tarafa geçemiyor? Bu sadece akademisyenler ve öğretmenler için söz konusu değil. Aynı okulda öğretmen- idareci ayırımı, aynı bölgede çalışan idareciler arasında müdür- müdür yardımcısı ayırımı. Ben bunun eğitimde ciddi bir sorun teşkil ettiğini düşünüyorum. Size de başarılar..

      Aydan Kaplan · 26/03/2019 07:50 tarihinde

      Akademisyenin görevi öğrenci yetiştirmekten öte öğretmen adayı yetiştirmektir. Bu yüzden akademisyen tarafından verilen eğitimin anaokulu öğrencilerini de etkileyeceği unutulmamalıdır. Sizin bakış açınızdan bakarsak, lise öğretmeni sınıf öğretmeninden eğitimde daha az etkilidir. Bence bu, tartışmaya açılabilir bir konu. Zira bir lise öğretmeni ya da üniversitede öğretmen yetiştiricisinin de bir öğrencinin hayatını en az bir anaokulu/sınıf öğretmeni kadar etkileyebileceğini düşünüyorum. Bu cümlemin boş kümeyi ifade etmediğini biliyorum çünkü içerisinde bizzat şahsen mevcudum:=) Sizin de bu konuda haklı olduğunuzu biliyorum, belki etkililik kelimesini biraz daha sınırlandırmamız gerekebilir, etkililik alanının genişliği gibi.
      Taraf olma meselesine gelince, aynı kavramı farklı anlamlarda kullanıyoruz muhtemelen. Taraf demek bir konumdur, bir duruş değil benim görüşümde. Öğretmen tarafı, öğretmenlik mesleğini icra eden bir konumu belirtiyor. Müdür de akademisyen de öyle. Onlar farklı bir duruş tercih ediyorsa kendilerinin tercihidir. Kavramlar, kişilerden çok ötedir; yani akademisyen olan kişilerle akademisyenlik kavramını oluşturmamak gerektiğini düşünüyorum. Umarım meramımı anlatabilmişimdir. İyi günler diliyorum…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir