“Alışagelen”, “olağan” anlamına gelen normal kelimesi neye göre belirlenir? Bir durumun olağan olmasını kim belirler? Yanıt belli aslında, “kültür” ya da “çoğunluk”. Örneğin Ankara trafiğini ele alalım: sinyal vermeme, önüne bodozlama atlama gibi saygsızlık namına ne ararsan var. Bu bir trafik kültürü olmuş mu Ankara’da? Olmuş ne yazık ki, çünkü her ne kadar istemesen de seni kendine çekiyor. Bir bakıyorsun sen de başlamışsın karşındakine küfretmeye! Peki bu olağansa, normale dönüşmüş durumdadır, doğru mu?
Bulunduğun ortamın normal algısı da aynen trafik kültüründeki gibi. Ne kadar yanlış olduğunu bilsen de seni içine çekip assimile etmeye çalışıyor. Bu sefer sen kendinle çelişmek ile kültüre uyup dışlanmamak arasında sıkışıp kalıyorsun. Trafikte sinyal vermek ile vermemek arasındaki seçim ise senin. Sinyal vererek “kendini” de seçebilirsin, vermeyerek “normal” olanı da.
Rivayete göre, küçük bir çocukken Einstein yaşı geldiği halde henüz konuşmamış ve doğal olarak da ailesi bu durumdan endişe etmiş. Sonunda sessizliğini şu sözlerle bozmuş: “Die suppe ist zu heiss” (bu çorba çok sıcak). Ebeveynlerinin içi rahatlamış ama bu zamana kadar neden konuşmadığını sormadan da edememişler. Einstein cevabı yapıştırmış: “Bisher was alles in ordnung” (Şimdiye kadar her şey yolunda gidiyordu).
O zamanın “anormal” kavramına cuk diye oturan şahıs olan Einstein değilim elbette, öyle bir iddiam da yok. Ama en azından trafikte sinyal vermenin doğru hareket olduğunu bildiğim halde, beni normalleştirmeye çalışan şeye karşı çıkabilirim. “Ben sinyal vermeye devam edeceğim!” :))
0 yorum